Türkiye fikir ve edebiyat dünyasında önce sessiz bir esinti, sonra gürül gürül bir rüzgar gibi esip ebediyete göç ederek, onu özellikle hayatının son 20 yılında yakından tanıdıklarını iddia eden iktidar yanlısı tüm muhafazakar çevrelerde bir “Azize” gibi takdim edilen, ancak ezeli biçimde ortasından yarılmış Türkiye toplumunun öbür muhalif kesiminde bir Çariçe olarak anılan Alev Alatlı gerçekte kimdi? (Şu yazı özellikle okunmalıdır: Diktatörün Sarayındaki Paçoz Çariçe – Galip Munzam – haber.sol.org.tr)
Alev Alatlı, bir Azize miydi yoksa bir Çariçe mi?..
27 Mayıs İhtilali sonrası tanıdım onu, bir asker kökenli arkadaşımın sonra terk edilecek sevgilisiydi. 22 Şubat 1962 ve 20-21 Mayıs 1963 Talat Aydemir darbe teşebbüsleri ortamında, 9 Mart örgütlenmesinde ve 12 Mart 1971 muhtırası düzleminde, nihayet en sonunda 12 Eylül 1980 darbesine giden sancılı, acılı, kaotik ve despotik siyasi sürecimizde, onu iyi ki yakından tanımışım, hep vicdanlı yaklaşımına şahit oldum, ayrıca tüm acılarına şahit oldum ve bana 18 yaşımda Kemalizmi ret etmeyen marksist devrimciliği öncelikle vicdanlı, ustaca, bilimsel, akıllıca ve bir gerçek abla gibi öğreten Alev Alatlı’ya gönül dolusu rahmet dilerken, bana yazmış olduğu 19 mektup içinden en önemlisini yayınlayarak, “Azize mi, Çariçe mi?” sorusuna çok kısa yanıt vermek istiyorum.
TALAT AYDEMİR İHTİLALCİLİĞİ NEYDİ
Alev Alatlı’nın mektubunda tartışma konumuz, bir süre önce ona okuması için armağan ettiğim Talat Aydemir ihtilalciliğinin fikir babası eski ihtilalci asker Emin Arat’ın “Kemalizm” isimli ilginç kitabı üzerineydi. Albay Emin Arat zaten 21 Şubat 1962 ve 20-21 Mayıs 1963 darbe teşebbüslerinin ideolojik önderi ve kabaran militarist isyan psikolojisini Kemalizme entegre etmek isteyen ciddi anlamda bir düşünür idi.
Beni etkilemişti.. Alev Alatlı’yı da ben, bu yönde etkilemek istiyordum. Çünkü Alev’in babası Kurmay Albay Ertuğrul Alatlı ve çevresi, ihtilalciliği ret ederek İsmet Paşa emrinde cılız reformlarla Türkiye’yi sağ iktidarlardan, gericilikten, sömürüden, Atatürk devrimlerinden kopuştan çekip çıkarmak istiyorlardı, beceremedikleri bu gün, “gün gibi ortada!”
Oysa 27 Mayıs’ın, Talat Aydemir ihtilal teşebbüslerinin, 12 Mart’ın gerçek devrimci dinamiği, iktidarı Demokrat Parti’den veya Adalet Partisi’nden alıp CHP’ye vermenin şiddetle karşısındaydılar. Devrim yapmak istiyorlardı.. Hemen, hiç vakit geçirmeden.. Genç iken ben de öyle düşünüyordum.
O zamanlar Alev Alatlı’nın baba evi, üniversiteyi bitirdikten sonra döndüğüm memleketim İzmir’in Karşıyakasında Alaybey tarafındaydı. Eşinden boşanmış, kucağında küçücük kızı Funda ile baş başa kalmış, daha nice acılı gönül yarılmalarını acıyla yaşamış olan Alev Alatlı, bana Karşıyaka’daki evime mektup yazmış. Tarih, 1 Eylül Cuma, 1972.
Ben yeni evliyim eşimin ismi Nilgün, yeni doğan kızımın ismi Neslihan.. Alev’in yeni ayrıldığı çok sevdiği sevgilisi asker kökenli bir arkadaşımız.. O da ihtilalci, ama ordudan atılmış, Devlet Planlama’da çalışmakta.
O tarihte yazmakta olduğum ve hala bitiremediğim kitabımın ismi de, “Her Şafakta Ölenler”.. Yani gece boyunca devrim için emek veren ama şafak sökünce devrim olmadığını veya devrimin çalındığın görünce ölen yurtseverler için yazılmış bir roman bir kitap (Attila İlhan’ın aynı muhteviyattaki “Bıçağın Ucu” romanı okunmalı mutlaka). Alev Alatlı, o yayınlamamış kitabıma da mektubunda değinmekte.
Mektubu aşağıda aynen yayınlarken, Alev Alatlı’nın ne bir Azize, ne bir Çariçe olmadığını, sadece dünyaya etik bir vicdanlı düzen getirmeye çalışan bir düşünür, yüreğinin her vurgusunda halkı için didinen bir kan dolaşımına sahip olmuş bir kadın, öncelikle bir vicdanlı kadın, dahası duygu aleminde hep aldatılmış, hor kullanılmış bir dişi olduğunu vurgulamak isterim.
Yani aynı zamanda çalışan bir kadın, işinden çıkıp evine dolmuşla giderken kucağında fasulye ayıklayan bir kadın. (Geçenlerde bu ayrıntıyı Hilal Kaplan yazdı)
Sarayın kölesi olduğuna hiç inanmadım, sadece savrulduğun fırtına içinde vardığın yerde halkına vicdanlı ve yerli üretim yaptın sadece, başka imkanın yoktu çünkü..
Işıklar içinde uyurken, halkının tüm vicdanlı, namuslu ve cennetlik ölüleriyle, şehit ve gazileriyle birlikte olduğun için, öte alemde tüm ruhani mutluluklar senin için olsun…
Beni sorarsan Alev ablam, ben yine “Devrim” için yaşıyorum..
ALEV ALATLI’DAN BİR MEKTUP
Alev Alatlı‘nın mektubunu sunuyorum efendim:
“Alev Orhon Alatlı’dan
Arnavut Çeşmesi Sok. No:14/3, Arnavutköy, İstanbul
1 Eylül Cuma 1973
“Sevgili kardeşim,
Size geleceğime söz verdim gün Funda hastalandı. Ateş, kusma vs. Pek ciddi olmamakla beraber, Neslihan olduğu için gelmedik. Bundan sonra geldiğimizde görüşeceğiz inşallah..
Emen Arat’ın kitabını çok enteresan buldum. İtiraf etmeliyim ki, ben 22 Şubat’ın bir çokları gibi, Talat Aydemir’in pek sağlam temellere dayanmayan bir çıkışı olarak nitelendirmiş ve doğrusu fazla ciddiye almamıştım. 21 Mayıs keza.
Rahmetlinin şahsi yeteneklerinin kalkıştığı işi nihayete götürecek seviyede olduğuna hala inanmıyorum ama, bu çıkışın teorisyeni olduğu iddia edilen Emin Arat, ki bu guruba Bahtiyar Yalta ve Mustafa Ok da dahildir denir, daha o zaman bu denli düşünülmüş fikirlere sahip idiyseler, o zaman bu iki çıkışı da başka türlü değerlendirmek gerekir.
Benim şahsi kanım, hareketlere iştirak ederlerin çoğu, hareket geçtikten sonra bilinçlendiler. Eylem oldu, sonra teori geldi. Eğer Arat için bu böyle değilse çok enteresan doğrusu (Alatlı, burada ihtilalcilerin Kemalizmi anlamış ve sindirmiş olabilecekleri ihtimalini ilk kez burada itiraf etmekte)
Her halükarda çok okumaklığım gerek.
Muhakkak olan Türkiye’de bugün çok sayıdaki inançların kökenlerinin tabiri caiz ise “millileştirilmesi” gereği. Yani bölücü değil toparlayıcı olmak lüzumu.. Ama şu da muhakkak ki onu yapabilmek için yazılan ve yazılmayanı okumak, iyice bilmek lazım.
Ben hala bu Ülkü Ocaklıların tam ne istediğini bilemiyorum. Kendileri biliyor mu diyeceksin. Herhalde. Hizipleri olsa dahi hiç olmaz ise hizip içinde bilmeleri gerekir (Alatlı burada, bu gurup içindeki Türkçü – İslamcı ayrılığına işaret ediyor)
Bana okuyacak kitap tavsiye edersen çok memnun olurum. Hiç değilse kendi kafamda bir senteze erişmek istiyorum.
Arat’ın mülkiyet hakkına dair inancını pek paylaşmıyorum. Bence mühim olan bir şeye illaki sahip olmak değil de, kullanmak durumunda olmaktır. Örneğin başımı sokacağım bir evim olması ve bunun devamlı olacağına inansam, illa da ev benim olsun diye bir derdim olmaz.
Keza çiftçiye kullanması ve üzerinde istediği gibi uğraşacağı bir yerin tahsis edilmesiyle, mülküne geçirilmesi arasında ben fark göremiyorum. Bana öyle geliyor ki, esas mühim olan mülkiyet değil de, üretim araçlarının kullanılabilme olanaklarının istikrarı. Eğer bu istikrar sağlanırsa, aracın mülk olup olmaması hiçbir şey ifade etmez. Ayrıca yeni kuşaklara da fırsat eşitliği gerektiği gibi sağlanırsa, veraset de mühim bir konu olmakta çıkar.. Bu bakımdan mülk ferdin hakkıdır veya kalkınmanın temel unsurudur diye bir düşünceyi önemsemiyorum. (Alatlı, bu cümleleriyle o dönemde sahip olduğu marksist bilincinin ve eğitiminin bir gereğini yerine getirmekte)
Arat’tan tam hemfikir olduğum, “ferdiyetçi toplumculuk” fikri. Toplum lafı hakikaten yeri olmadıkça çok manasız bir laf. Toplum uğruna, daha doğrusu soyut bir kavram uğruna koca bir nesli, bir gurubu dahi hayat hakkından mahrum etmeye taraftar değilim. Ferdin hürriyetleri, ancak diğerlerinin hürriyetlerine tecavüz ettiğinde kısıtlanmalıdır.
Hala maalesef çöküntüyü üstümden atamadım. Çok kalıplaşmış bir laf ama, hala inine çekilmiş yaralarımı yalamakla meşgulüm. Kimseleri görmek istemiyor canım. (Alatlı, burada KKTC Halkçı Parti Başkanı Alper Orhon’dan boşanmasını, sonra yaşadığı gönül yaraların kastediyor)
Aklımdayken Ankara’da Aydın’la sohbet durumum oldu. Sizi gördüğümü söylemek lüzumunu hissettim. Niye yazmadığını sondu. İçinde olduğun bir takım şeyleri tasvip etmiyor galiba dedim Sana yazıp izah edecekmiş. Bursu almış, bir dahaki seneye gideceklermiş. (Alatlı, burada eski sevgilisinin benimle ideolojik ayrılığını ve evlendiği yeni eşiyle burs alarak ABD’ye gideceğini belirtiyor)
Sadece okumakla olmuyor, oturup konuşmak tartışmak lazım, böylece kitap yazılır. Örfi idare ve genel bezginlik politika konuşmaya müsait değil. Benim kendi gurubumda bile bezginlik seziyorum. Seçimler bir an önce yapılsa çok iyi olacak. Hepimizin millet olarak kendimizi en çok ilgilendiren sorunları başkalarına teslim etmiş bir halimiz var. Sanki guguş çevirip bekliyoruz!
Haklısın “Her Şafakta Ölenler” iyi bir isim olacak kitaba (Benim büyük ütopyamı, yazacağım devrim kitabını kastediyor)
Yazarsanız memnun olurum. Yaşar’cığım, müsaadenle Arat’ın kitabını bir süre daha tutmak istiyorum. İade edeceğim mutlaka. Senin yazdıklarını da görmek isterim, gönder olur mu?
Nilgün’cüğüm aklımda seninle beraber. Allah kolaylık versin, zor iş çocuk büyütmek. İnşallah üstüne çok giydirmekte vaz geçmişsindir. Artık sokağa çıkıyorsunuzdur inşallah. Sakın kendini imal etme. Abla nasihati!
Hepinize sevgiler.. Neslihan’ı öp tarafımdan. Haberlerinizi bekliyorum.
Alev..”